Muhtaç sözcüğü sıfat olarak bir şeye gereksinimi olan, diye tanımlanıyor.
Nereden çıktı bu muhtaçlık?
Durup düşünelim biraz. Bir şeye ihtiyacımız var mı yani, muhtaç mıyız?
Çok şükür, halimiz vaktimiz yerinde. Eh, gelirimiz de var biraz, çocuklar da büyüdü ellerinizden öper dediğinizi duyar gibiyim.
Oysa, muhtacız biz. Kime, neye, diye sorma. Çok açık. Hepimiz hepimize ve hepimiz her şeye. Fıtrat fıtrat deniyor ya yaradılışın temelinde var muhtaçlık.
Yalnız değiliz Dünya dediğimiz alemde. Bitkiler alemi, hayvanlar alemi ve insanlar alemi birlikte ortak bir yaşam sürdürüyoruz. Yani yaşam içinde değişik derece karşılıklı yararlar çerçevesinde beraber yaşıyoruz. Sistem bu, insan insana, insan hayvana, insan bitkilere ve hayvan bitkilere karşılıklı bir ilişki, karşılıklı bir muhtaçlık...
Bu ülkenin güzel insanları örf ve adetleri ile yaşam tarzları ile yüzyıllardır bu ilişkiyi çok güzel yaşatmışlardı. Kurdu, kuşa, aşa diyerek ekerdi ekinini tarlaya. Kurdu, kuşu hak bilerek. Bağlar, bahçeler yetmezdi de pencere önleri çiçek tarlası olurdu. Ağaç dikerlerdi yol üzerine gölge olsun sonra diye. Zeytinler, incirler dikilirdi. Akşamüstü sağılan keçilerin sütünden bir tası evin bahçesindeki dut ağacının altına bırakırdı Babaannemin evin uğuru saydığı yılan hakkıdır, içsin diye. Yolda ekmek kırıntısı bulsak öperdik üç kez anlımıza koyardık. Sonra bir taş üzerine bırakırdık yem olsun kurda kuşa diye. Cenaze evine yedi gün konu komşu yemek götürülürdü acısını yaşayanlar bir de yemekle uğraşmasın diye. Mahallenin kedisi, köpeği vardı. Onlara da ayrılırdı bir lokma yiyecek, bir tas su. Komşu aç ise yatılmazdı. Salça, bulgur beraber kaynatılır, makarna sıra ile her evde kesilirdi. Kesilen kurbanın üçte bir parçası da gariplere idi.
Sonra ne oldu ise bir kıran girdi insanlığımıza, muhtaçlığımıza.
Bir kibir aldı yürüdü. Bir büyüklük, bir hırs. Ne komşu kaldı, ne kurt ne kuş. Ne ağaç kaldı, ne zeytin, ne çiçek.
Bayramlar kalmadı, büyüğün elini öpmeler...
Beraber çiğnenmedi üzümler, kaynatılmadı pekmez. Giderek yalnızlaştık. Bir evin içinde bile yalnız. Bir ayrışma, bir ötekileştirme hatta yok sayma karşındakini. Gönülleri açan selamlaşmalar kalmadı, birbirine hayırlı işler dileyenler kalmadı. Birbirimize isim takar, kulp takar olduk. Boyadık birbirimizi zıt renklere. Ne hayvanları tanır olduk ne doğayı. Vurduk, kırdık, katlettik doğayı. Akan dereyi küstürdük. Herkes kendi dışındakileri ikinci sınıf görmeye başladı. İnsanlığımız çekti boydan, enden.
Oysa muhtacız birbirimize. Aynı sokaklardan akıyoruz ekmek paramıza. Telaşlarımız aynı. Ayrışmaya, ötekileştirmeye gerek var mı aynı havayı soluyup aynı suyu içerken? Düğünde de lazımız birbirimize, ölümde de. Ben musalla taşında yatarken sen saf tutacaksın ya da ben saf tutarken sen musalla taşında olacaksın. Muhtaçlık hiç bitmez. Sarılmalı birbirimize, doğamıza.
Dr. Bülent Özcan
ear47mtete|0010BCE80F8A|KorkuteliBuradaV2|KoseYazisi|koseYazisiAciklama|62235CDE-CB48-45EA-847E-24EECCA85151